Kayıtlar

Yağmura Yenilmeden

Resim
Yağmura Yenilmeden yenik düşmeden ne yağmura ne rüzgâra, ne sıcağa ne kışa boyun eğmeden sağlam bir bedende arzu duymadan, öfkelenmeden sessiz gülümsemesini takınan.   günde bir tas çorba, biraz ekmek ve sebze karnını doyurmaya yeten, kendine pay biçmeyen her olan bitenden ama iyice anlayan yaşananları, sonra da unutmayan.   küçük bir kulübede çam ağaçları gölgesinde konaklayan. doğuda hasta düşse çocuk, yardımına koşan batıda bir anne yorulmuşsa gidip yükünü kucaklayan güneyde ölen varsa “korkma” diye teskin eden ve kim kavgaya tutuşsa kuzeyde ayırmaya çalışan.   kurak günlere gözyaşı döküp yazın sıcağında çaresiz, çırpınan ahmak deseler de aldırmayan ve dert etmeyen üzülmeyi ya da yerilmeyi. işte böyle biridir , olmak istediğim. Kenji Miyazawa (1896-1933) Japoncadan çeviren: Merve Yiğit, İrem Melisa Kesim, Gülçin Yağmur

Aware

Resim
  Aware “…Bir kadının hüznü, Japon hikayesini tamamlayan önemli role sahiptir ve Japonların güzellik anlayışında mühim bir unsurdur.   Bu hüzünlü hale aware denir ve Japonlar kederli bir kadının, kederini sabırla taşıdığını gördüklerinde, aware duygusunu hissederler.” [1] *** Her neşenin kedere dönüşme ihtimali var. Bu ihtimali daima içinde taşıyarak yaşamak da kolay değil. Tokyo Ulusal Müzesi'nde karşılaştığım oyuncak bebek bana mutluluğun kırılganlığını hatırlatıyor. Galiba bu yüzden gereğinden fazla sevdim diye düşünürken, ilkin bir şeyler içtiğini sanıyorum ama açıklamayı okuduğumda anlıyorum ki bebeğin ismi "koku." Doğru ya, gözlerini kapatıp kokluyor ve ben yüzünde görüyorum; belki çoktan silikleşmiş bir anının, kokunun ona hatırlatmasıyla üzerine boca oluşunu. Yine de ne kadar dingin görünüyor. Ama asıl hislerini anlayamıyorum. O mu kederli ben mi? Japonlar, kadınların hüzünlü hâli için bile bir kelime kullanıyormuş: aware. O sırada Daniel Mo...

Kurbağa ve Yağmur カエルと雨

Resim
Bu minik ama bana pek sevimli gelen öyküyü Türkçeden Japoncaya çevirdim. Altına Türkçesini de ekledim. Öyküdeki duygu durumunun anlaşılması için orijinalinde olmayan bazı tepkilere yer verdim. Kıymetli Naoki hocam bu hususta bana yardım etti. Metnin orijinali Farsçadır. İyi okumalar. カエルと雨 ある日の 雨天 、木は言いました。「ああ、雨が降ったらいいのに」。土もうなずきながら言いました。「うん、雨が降ったらいいのにね」 でも、少しも雨は降ってきませんでした。カエルはケロケロと鳴きながら「どうして神様は雨を降らさないのだろう」と考えました。 そんなとき、たくさんのアリが、カエルと木の間をぬうように土の上をあるいていきました。それを見たカエルは、あっとひらめいて、「そうか!もし雨が降ったらアリはたいそう苦しむことになったに違いない。」と言いました。 そして、アリたちが道を渡ったあと、雨がザーザーと降り出しました。 カエルは心の中で「神様、ありがとうございます」と感謝しました。 おしまい *** Kurbağa ve Yağmur Hava yağmurluydu. Ağaç dedi ki: "Allah'ım keşke yağmur yağsa!" Toprak dedi ki: "Allah'ım keşke yağmur yağsa!" Fakat yağmur yağmadı. Kurbağa 'kur kur' yapıp dedi ki: "Niçin Allah yağmur göndermedi?" Bir grup karınca yoldan geldiler. Karıncalar kurbağa ve ağacın yanındaki toprak üzerinden gittiler. Kurbağa düşündü: "Eğer yağmur yağsayd...

Kayboluş hikâyesi

Resim
Kaybolmak fiilinin kanjisinde  (迷)  neden "yol" ve "pirinç" karakterleri var? Japon yazısı hocamız bu kanjinin ortaya çıkışına   dair ufak bir metin paylaştı. Hoşuma gitti ve çevirip buraya koymak istedim. İşte hikâye şöyle başlıyor: Uzun zaman önce, bir dağda iki erkek kardeş yaşardı. İki genç, hayvan ya da meyve ne bulursa yüklenir ve bunları şehirde satarak geçimlerini sağlardı. Kardeşlerin yaşadığı dağla şehrin arası çok uzaktı. Bu yüzden yaşça büyük olan kardeş, geçtiği yerlere ufak tefek taşlar bırakarak şehrin yolunu tutardı. Böylece gece geç vakitte bile olsa yolunu kaybetmeden eve dönerdi. Bir gün büyük kardeş hastalanınca, onun yerine ufak kardeşin şehre gitmesine karar verdiler. Genç adam koca yükü omuzladı ve yola pirinç serpe serpe şehre gitti. Taşıdıkları yeterince ağır olduğundan bir de taşları kendine yük edinmek istememişti. Lakin o serptiği pirinçlerin hepsini kuşlar yiyip götürünce, genç kardeş yolunu şaşırdı kaldı. Yola pirinç bırakmasının neti...

Örümcek ipi

Resim
  Örümcek ipi ( 蜘蛛の糸 ) Ryūnosuke Akutagawa Çeviri: Merve Yiğit   İnsanlar öldüklerinde nereye gider? Hayattayken iyi şeyler yapanlar cennete, günahkârlar (kötülük yapanlar) cehenneme gider. O halde cennet nasıl bir yerdir? Kutsal Oşaka-sama [1] cennette yaşar. Orası güzel kokular yayan çiçeklerle kaplı, sessiz sedasız bir yerdir. Cennet keyif vericidir. Peki ya cehennem? Orada şeytan yaşar. Şeytan elindeki sopayla günahkarlara vurur. Cehennemlikler her gün eziyet görür, acı çeker, üstelik kaçmaları da mümkün değildir. Cehennem korkutucudur. Günlerden bir gün Oşaka-sama, cennet havuzunun kenarında tek başına gezinmekteydi. Havuzda lotus çiçekleri açmıştı. Bembeyaz çiçeklerin tam ortasındaki altın renkli kısımdan etrafa güzel kokular yayılıyordu. Ortalık çok sessizdi. Sabah vaktiydi. Sonra birden, Oşaka-sama durup lotus çiçeklerinin arasından havuza göz attı. Havuzun aşağısında cehennem yer almaktaydı. Su o kadar berraktı ki cehennem kolayca görülebiliyordu. O...

Ay ışığı

Resim
ay ışığına aşinayım çünkü ona sırrımı anlattım. bir yengeç benden daha iyi bilir ay ışığı ile yaşamayı, dolunay vaktinde gecikmeden sahilde olmalı ama ben ayı daha iyi tanırım ondan     çünkü bir tek ben, ay ışığına şiir yazabilirim bu yüzdendir tanıdık olmak, aşinalık ile sağlanır. yengeç, ışığın  faydasını bilir budur tek düşüncesi oysa aya bakıp "ne kadar dingin bir ruhu var, öylece durur gökte"     diyebilen, bir tek benim. yoksa ayın da birden fazla ruhu mu var hesse'nin dediği gibi, hayvanların, mesela kurdun bile 'çok ruhlu' olduğu yazan o değil miydi. peki humbold'a ne demeli? güya şöyleydi anısı: ormanda geziyormuş, gece 11 olmuş da o esnada ağaçların arasında bir bağırışmış başlamış bizim yazar sormuş, "nedir bu gürültünün sebebi?" demişler efendim, kutlamadır bu "hayvanlar dolunayı kutluyor, ay ışığının güzelliği ile eğleniyorlar."     ... yerliler yalan söyledi. insan hariç, doğada kimin doğum günü var?  yengeçler hiçbir şey ku...

Bir çiçek ya da benim için saksının anlamı

Resim
Bu çiçek tasarımı Kenji Kumaki'e ait. [1] Beni çok etkiledi. Neden etkilediğini anlatmak istiyorum. Japoncada vahşi/yaban sözcüğünün ( 奔放 ) "yerleşik olmayan" anlamına geldiğini yazmıştım. Yerleşik değilse, sınıra tabii tutulmaz. Saksı ise çiçeğin sınırıdır. Bu sınırı aşmadan insanlığın arasına/eve alınamaz. Lakin aşılan şeyin içindedir artık. Saksı sınır ve sınırlamadır. Eve giren her çiçek ehli duruma gelmiştir; kediye verilen mama, köpeğe takılan tasma, kuşa sunulan kafes, balığa atılan yem gibi, çiçek saksıya girmiş ve evcilleşmiştir. Evcilleştirmenin hayati ihtiyaçlardan doğduğu düşüncesi yaygındır. Halbuki koyun, kuzu gibi hayvanların tarlada, işte güçte yardımcı olsun diye değil; tanrılara kurban ederken daha uysal dursunlar diye evcilleştirildiğini okumuştum. Bazı tahılların geçmişi de öyle. Ritüellerde içki olarak kullanılması, belki de besin ihtiyacından çok daha kuvvetli bir şekilde, arpa buğday gibi bitkileri insanlığa yakın bir konuma getirmiş. [2] Din...