Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tundra kuğuları

Resim
Mary Oliver 2019’da vefat eden Amerikalı bir şair. Onu ilk kez Evidence isimli kitabında yer alan Mysteries, Yes şiiri ile tanımış ve orada okuduğum iki satır kendisini sevmeme vesile olmuştu. Ama neden o iki satır? Bunun sebebi de şiirin ismi gibi bir gizem, evet . Zaten insan hiçbir zaman neyi neden sevdiğini açıklamaya muktedir olamaz, açıkladığını sansa bile. Şöyle diyordu Oliver, daha doğrusu şöyle çevirdim: Nehirler ve kayalar nasıl daima yerçekimi ile uyum içerisinde, Biz insanlar yükselmeyi hayal edip dururken. [1] Oliver’in hiçbir kitabı Türkçeye çevrilmedi. Bu ise yalnızca noksanlık bizim için. Şimdi buraya, bloga koyduğum şiir ise Felicity kitabından. Eminim ki bir gün birisi—benden daha kabiliyetli ve engin ruhlu birisi— sevgili Oliver’ı Türk okuyucuya tanıtacaktır. O vakte kadar, 2020 senesinde çevirip sosyal medya hesabımda paylaştığım bu şiiri orijinali ile buraya da bırakıyorum; şair, edebiyatçı ve çevirmen olmadığımı not düşerek:   Tundra Kuğuları Ba...

Bir tanrı kadar yalnız*

Resim
Kadınlar yalnızlıklarını gidermek için çiçek toplar. Derlenen çiçekler masanın ortasına, iyi güneş gören cam kenarına, ki artık çiçeklerin güneşe ihtiyacı kalmamıştır, veya gösterişli bir ayna önüne konur. Dilediğince yalnız olabilmek, daha doğrusu, mutlak yalnızlığa erebilmek için  çiçek dahi toplamayan bir kadın vardı. İsmi Semai olan kadının ufak siyah gözleri bir nehrin akışını takip ediyormuş gibi daima titrerdi. Çalıştığı şehirdeki işinden üç yıl önce ayrılmış ve önemli bir keşif yapılmadığı takdirde kimsenin görmek için rotasını değiştirmeyeceği bir köye yerleşerek tek başına yaşamaya başlamıştı. İ smini ona babaannesi vermişti. Yaşlı kadın gök anlamına gelen “sema” kelimesine -i eki ekleyerek, kendince “sema gibi” anlamı oluşturmuştu. Durmadan “torunum göklere ait olsun” derdi.  Semai bahçesinde çiçek yetiştirmezdi fakat n isan yağmurlarının ardından açan güllerin efsununa bazen o da kapılırdı. Genç kadın  dışarıda bu güllerle karşılaştığında duraksar ve en ...

Dil meselesi

Resim
Bu yazıyı, Japonca çalışma sürecimi ve yararlandığım kaynakları paylaşmak için yazıyorum. Fakat başlamadan önce, kaynakların İngilizce olduğunu belirtmeliyim. İkincisi, Japonca bilgim şu an B1 düzeyinde, en azından öyle olduğu söyleniyor. “Söyleniyor” derken bir gerçeğe daha değinmiş oldum: henüz JLPT’ye girmediğimden, dil bilgimi kanıtlayabileceğim resmi bir belge yok elimde. İleri seviye bir öğrenci de değilsem eğer, o halde kim beni niçin dinleyecek?     Burada cevap kendi kendine çalışmakta yatıyor sanırım. Bir hocanız, sınıf arkadaşınız, gittiğiniz kurs, aldığınız ders vs. yoksa, kaderiniz “karşılaşmalara” göre şekilleniyor. En azından benim hik â yem öyle ilerledi. Hani toplama bilgisayarlar vardı eskiden, o misal, ben de sağda solda ne toplayabilmişsem; yani hangi bilgi, hangi kitap, hangi hoca ile karşılaşmışsam, öyle öğrendim Japoncayı. Dolayısıyla benzer yolda yürüyen insanlara bir yardımım dokunur belki diye anlatmak istiyorum. Yoksa yazmaya karar verene kadar ...

Doğa ile bütünleşmenin imkansızlığı üzerine (I)

Resim
“Doğa ile bütünleşmenin imkansızlığı üzerine” çok iddialı bir başlık değil mi? İlk kez yüksek lisans tezimi yazarken aklıma düşen bu konu hakkında fikir beyan edebilmek için daha yıllar boyu okuyup araştırmam gerekiyordu aslında. Lakin o idrak ediş seviyesine ve araştırmacı kişiliğe hiçbir zaman eremeyeceğimi fark etmemle birlikte, ya da kabullenmenin ardından, en azından delinin kuyuya taş atması gibi, kavramsal bağlantılara ve felsefi argümantasyonlara girmeden—ki tüm bunlar olmadan anlatacaklarım kurmaca metnin ötesine geçemeyecektir—aklıma takılan bu noktayı kuyu başındakilerle paylaşmak istedim. Gerçi kendimi deli olarak da görmüyorum, zira deli sıfatına ermek için bile önce bilmek gerek, oysaki ben bu aklı başındalığımla ve fakat entelektüel noksanlığımla ne deli ne de bilge olabilirim. O halde buna hikâye diyelim; hikâyem şu her zaman dile getirilen “doğanın parçası olmak,” “doğa ile bütünleşmek” ve hatta “doğada özünü bulmak” gibi retoriklerin acaba tüm bunlar birer safsata mı...

Çöl masalı

Resim
Bu çok ama çok kısa bir masal: Engin çölün üzerinde Tek başına duran Güneş Demiş ki,  “Issız kumların arasında parlıyor, Geceyi gündüze getiriyorum. Lakin şu koskoca diyarın ortasında Üzerine yansıyabileceğim tek bir su yok.” Bana beni gösterecek                Tek bir parça                                Yok. Güneş büyük bir yalnızlık içinde, üzülmüş. Zamanla üzüntüsü öfkeye dönüşmüş. O kadar kızmış ki, gitgide ısınmış. Isınmış ve bir daha da soğumamış yüreği. Bu yüzden çöller dünyanın en sıcak yerleriymiş. *** Eski insanlar dermiş ki, ne kadar çok görünür olursan, yalnızlığın o kadar artacak; kabiliyetin ne kadar büyükse, mahrumiyetin o kadar çoğalacak. Zaman böyle akmış. Herkes birbirini Güneş’in ışığında görürken, o kendini bile görememiş [1] . Herkesi ısıtmış da kendi ısınamamış. Güneş olmanın bedeliymiş bu, adaletin tecellisi. İsimsiz biri yaz...

Su kenarı, düş ortası

Resim
Derenin kenarında durdum. Akışına imrendim. Nereye gittiği belliymiş gibi görünen ama yalnızca kendisinin bildiği o gizli yol. Hayır, nehirler haritada işaretlenen yerde doğmaz ve haritanın gösterdiği yere varmazlar. “Nehirler evrenin aktif gizemleridir” diyen Annie Dillard’ı [1] hatırlıyor musun? Hâlâ romanını baştan sona okuyamasam da o pek sevdiğim paragrafı şöyle çevirebilirim: …Tinker ve Carvin (deresi), her daim canlı, aktif birer gizem. Onların gizemi, durmadan devam eden varoluşun sırrıdır ve tüm bu takdir-i ilahi, geleceğin belirsizliğine, sabit olanın dehşetine, şimdiki zamanın çözülmesine, güzelin karmaşıklığına, yaratıcılığın baskısına, özgürlüğün belirsizliğine ve mükemmelliğin kusurlu doğasına işaret eder. [2] Sırrım kalmadı, bak tek tek anlatıyorum her şeyi. Yine de su olsam nerede akardım diye düşünüyorum; derin vadinin ortasında, haşmetli şelalenin yamacında, yoksa bir köy çeşmesinin ağzında mı? Bilmiyorum, ama coşkuyla taşamayacağım kesin. Ah bu benim ağır aksa...

Harpy Kartalı'na ithafen

Resim
A cını tarif edebiliyorsan eğer demek ki henüz ölmemişsin. Şimdi çıkar saplanan tüm okları da başucuna koy. Savaşmaya değecek bir şey kalmadı dediğimde, dinlemeden çıkıp gittin ve hızla uçtun. Fakat öfkeni üzerine sürdüklerin yalnızca birer korkak dilenci. Nihayet bunu fark ettiğinde, öyle üzücüydü ki geri dönüşün, başının öne düşüşünü hala unutamıyorum. Lirizmi burada artık bir kenara bırakalım, yollar tenhalaşıyor. Siyah çamlar göğün ışığını emmiş ama ne tuhaf, daha da koyu görünüyorlar. Fakat aydınlığı kesen senin kanatlarınsa eğer, karanlıkta var olmaya razıyım. Yalnızca güzel ve asil birine sadık kalabilirim. Sadakat problemi: kendini layık görememek. Yine de yanında yaşamama izin ver, Harpy Kartalı . Sana ormandaki tüm işaretleri toplayacağım. Ne de olsa patikalar artık izimden usandı ve hep aynı dağda yankılanıyor sesim. “Ağaçlar kimsenin yolunu kesmez ama seni kandırabilir” dedin. Bense o kadar çok ağaç kestim ki artık konuşmaz oldular. Affedilmek için zaman var mı? Lirizmi b...